toplamda 426 defa okundu, bugün 1 defa okundu
Âlimler mü’min isminin mânasını “emân” köküne veya “îmân” masdarına dayandırmaktadır. Mü’min, birinci anlayışa göre “başkalarını korku ve endişeden emin kılan, onların güvenli olmalarını sağlayan” demektir ve bu, dünya hayatında olduğu gibi âhiret hayatı için de söz konusudur
Gazzâlî, kulun mü’min isminden alabileceği nasibin herkesin kendinden emin olması konumunda bulunmaya çalışması olduğunu söyler. Allah’ın kulları içinde mü’min ismine en çok lâyık olan kişi insanların ebedî azaptan kurtulmasına vesile olan kimsedir, bu ise peygamberlerin ve âlimlerin yaptığı iştir
Mü’min kim mi…
Haramlarla kavgası olandır…
Helaller için kavgası olandır…
Mü’min kim mi…
Mü’minleri kardeş bilendin…
Cihadsız dinle kavgası olandır…
Mü’min kim mi…
Müşriklere ve Allah rakiplerine karşı şedid olandır…
Mü’min kim mi…
Hz Ömer “camiyi yık ama adaleti yıkma “diyor Şam valisine…esmaya hadimliği aşk derecesinde olandır mü’min…esmayı dille zikretmekle yetinmez halidir onun esma…”Yunus Emre ne diyor…”İdris nebi hulle biçer biçer Allah deyu deyu”hz İdrisin de bir mesleği vardı…bütün peygamberlerin bir mesleği var yani esmanın her hangi birinde çok çok ileri hadimlikte…
Mü’min kim mi…
Mü’min kim mi…Mü’minlerin özelliklerini öğreten ayetleri oku işte bir kaç ayet…:” Müminler ancak o kimselerdir ki; Allah anıldığında kalpleri ürpertiyle titrer, O’nun ayetleri okunduğunda imanlarını arttırır ve yalnızca Rablerine tevekkül ederler. “(/Enfâl /2)
“Rabbinden sana indirilenin hak olduğunu bilen kişi, o görmeyen gibi midir? Ancak akıl sahipleri öğüt alırlar. “(Ra’d /19)
“Onlar ki; Rablerinin birleştirilmesini emrettiği (akrabalık, komşuluk, İslam kardeşliği gibi) bağları birleştirirler. Rablerini (hakkıyla tanıdıklarından) Rablerinden (saygıyla) korkar ve hesabın kötüsünden korkarlar. (Ra’d/ 21)
Mü’min kim mi…
Müşrikle cizye ver diye savaşandır…o İşte ayet…” Ehl-i kitap’tan Allah’a ve âhiret gününe inanmayan, Allah ve resulünün yasakladığını yasak saymayan ve hak dine uymayan kimselerle, yenilmiş olarak ve kendi elleriyle cizye verinceye kadar savaşın.”(Tevbe/29)
Müşriki baştacı yaptık…Osmanlının son zamanlarında mandıcılar ve karşı olanlar diye ikiye ayrıldık..O tahtaravalli günümde de önümüze geldi…Amerikancı -Ruscu diye ayrılıyoruz…
Rusyayı Esed çağırdı..Amerikayı Ukrayna çağırıyor…günümüzün modası bu…
Evet…İki asırdır Yabancı istihbaratlar dini cemaatleri de çok etkilediler…ve etkileyecekler…
İşte halimiz…Stokçu mu sömürücü mü…
Bu ayet ne mi diyor bize…Dünyanın neresinde olursa olsun bir haram varsa savaşacaksın diyor bu ayet…yani dünya beşten büyüktür diyeceksin ve gerçekleştireceksin diyor bu ayat…Dünya beşten büyüktür…48 Afrika ülkesi Türkiyeye koştu…dünya da koşuyor…Koşacak da…
Bu ayet ne mi diyor bize…sakın doları para sayma diyor…evet…Altın dijital paraya geçilecek Doların pabucu dama atılacak…
Bu ayet ne mi diyor bize…cihadsız dini İslam sayma sakın diyor..Midecilerden TALUT’a da fayda gelmedi..Hendek savaşı için hendek kazılırken efendimiz karnına taş bağladı…Oruç cihada hazırlasın…
Bu ayet ne mi diyor bize…ADL sıfatına hadim ol diyor…Hz Adem yaratılmasaydı melekle şeytanın farkını bilemezdik ama ADL sıfatlıdır Allah Farklılar farklılıklar gizli kalmaz ABD’nin de
Bu ayet ne mi diyor bize… Nükler silahı olan ister kısa menzilli nükler olsun…Köleleşmez…
Bu ayet ne mi diyor bize…Küresel güç olmak için para ve silah üretmek yeter…Diğerlerini kölelerin üretir…yani müşrikler…müşrike silah ve para üretme hakkı verme diyor bu ayet…
Evet…Hikayenin bütününü görürsek…Nükler silah varsa o ülkeye saldırı mümkün değil.Tam caydırıcı silah Nüklerdir…diğerleri caydırmaz…
Haram olan faizi…banka kredisi sanmayın…Banka kredisi helaldir ölçü aşılmazsa dersin.emeğin ücretidir dersin……dünyadaki çarpık sistemdir Kur’anın muhatabı olan…müşrike silah ve para üretme hakkı verme diyor bu ayet…Faizden daha şerlisi bu…dolar bir kağıttır ama para kıymeti verilmesidir esas faiz…yani artı değer…
İşte bu ayetin tefsiri…
Bu âyetin yahudi kabileleri olan Kurayza ve Benî Nadîr hakkında indiğine dair rivayet, âyetin Mekke’nin fethinden sonra indiği bilgisiyle bağdaşmadığı için isabetli bulunmamıştır. Çünkü Hz. Peygamber tarafından bu kabilelerden ilkinin cezalandırılması ve diğerinin sürgün edilmesi hicrî 3 veya 5. yılda gerçekleşmiştir. Taberî’nin, bu âyetin inmesini, önceki âyette müşriklere getirilen yasağın müslümanlarda geçim kaygısına yol açması, Allah’ın da onlara cizye elde etmek üzere Tebük Seferi’ne çıkmalarını emretmesiyle izah eden yorumu da (X, 106), her şeyden önce cizyenin amacına ilişkin İslâmî öğretilerle bağdaşmadığı için eleştirilmiştir. Ayrıca bu yorum gerek bu seferde cizye alınmadığı yönündeki tarihî bilgilerle gerekse cizyeden kimlerin yararlanabileceğine ilişkin hükümlerle de çelişmektedir (Derveze, XII, 109-110).
Resûlullah’ın hayatına dair eserler incelendiğinde, bu âyetin geldiği dönemde, Bizans hâkimiyetindeki Suriye bölgesinde ve bu yol üzerinde bulunan gerek yahudi gerekse hıristiyan topluluklar ile müslümanlar arasında hicrî 5-6. yıldan beri süregelen gerginliklerin varlığını koruduğu ve bu taraflar arasında devletlerarası hukuk bakımından hasmane münasebetlerin hâkim olduğu görülür. Bu âyetin devamında hem yahudilere hem de hıristiyanlara açık bir biçimde temas edilmesi ve onların insanlık yolunu aydınlatan meşaleyi söndürme niyet ve çabası içinde olduklarının bildirilmesi bu tesbiti doğrulamaktadır. İşte bu durum ve İslâm tebliğinin geldiği nokta dikkate alındığında, bu kesime karşı da güçlü bir cihad çağrısının yapılmasının sebebi kolayca anlaşılabilmektedir. Buradaki “resulünün yasakladığını” ifadesini Hz. Muhammed’in haram kıldığını şeklinde açıklayanlar olduğu gibi, kendi peygamberlerinin ve kitaplarının haram saydığını şeklinde anlayanlar da olmuştur. “Hak dine uymayan kimseler” ifadesini de bazı müfessirler İslâm dinini benimsemeyenler şeklinde anlarken, bazıları da Allah’a tam mânasıyla itaat etmeyenler veya hak ehline yaraşır bir biçimde itaat etmeyenler şeklinde yorumlamışlardır. Bu yorumların bazılarından, âyetin müslümanları, Hz. Muhammed’in yasak olduğunu bildirdiği şeyleri yasak saymayan ve İslâm dinini benimsemeyen bütün Ehl-i kitap mensuplarına karşı savaşmakla yükümlü kıldığı anlamı çıkabilmektedir. Fakat bu anlayış, meselâ Nisâ sûresinin 90-91, Mümtehine sûresinin 8-9. âyetlerinde ifadesini bulan temel Kur’an ilkeleriyle ve Resûlullah’ın savaş halinde bile muharip olmayan kadın, çocuk, yaşlı ve din adamlarının öldürülmemesi buyruğuyla bağdaşmaz. Âyette “Ehl-i kitap’tan” ifadesi kullanılarak onlardan bir kısmına işaret edildiği anlaşıldığı gibi, “Allah’a ve âhiret gününe inanmayanlar” nitelemesinin yapılmış olması da bu anlayışı desteklemektedir. Zira bu niteleme ister o günkü ister günümüzdeki Ehl-i kitabın tamamına uyan bir ifade değildir (Derveze, XII, 110-114).
Ehl-i kitap’tan olanlar Allah’a ve âhiret gününe inanan kimseler olarak bilindiği halde, âyette “Ehl-i kitap’tan Allah’a ve âhiret gününe inanmayanlar” ifadesinin kullanılmış olmasını, bazı müfessirler, yahudilerin ve hıristiyanların bir kısmında görülen itikadî bozukluklarla açıklamaya çalışmışlardır. Bu izahları şöyle özetlemek mümkündür: Bazı yahudi ve hıristiyanlar Allah inancına şirk unsurları katmışlar, âhiret inancını da (meselâ Âl-i İmrân sûresinin 24. âyetinde belirtildiği şekilde) âhiret hayatının özüne ters düşen kayıtlara bağlamışlardır; dolayısıyla gerçek mânada Allah’a ve âhiret gününe inanmış sayılmadıklarından böyle nitelendirilmişlerdir (İbn Atıyye, III, 21; Zemahşerî, II, 147; Râzî, XVI, 28-29; İbn Âşûr, X, 163). İbn Âşûr bunların hepsinin zorlama yorumlar olduğunu belirtir ve kendi kanaatini şöyle açıklar: Burada esas maksat hıristiyanlarla savaş konusudur; fakat sırf onlarla savaşılacağı ve müşriklerle savaştan vazgeçileceği sonucunun çıkarılmaması için arada “Allah’a ve âhiret gününe inanmayan, Allah ve resulünün yasakladığını yasak saymayan” şeklinde müşriklerin vasıflarına yer verilmiştir. Ehl-i kitap dahil bütün bu kesimleri kapsayan nitelik ise “hak dine uymayan kimseler” olmalarıdır (X, 163-166). Biz İbn Âşûr’un bu mütalaasını kuvvetli bulmakla beraber, şu anlayıştan hareketle meâlde lafza bağlı kalmayı tercih ettik: Âyetin nüzûlü zamanında yaşayan Ehl-i kitap mensupları genellikle hak dinlerin aslında mevcut gerçek ve sahih bir Allah ve âhiret inancından, yine bu dinlerin getirdiği hayat ve ahlâk düzeninden uzaklaşmış bulunuyorlardı. Eldeki bilgi ve belgelerine dayanarak kendi dinlerinin aslına dönmeleri de mümkün değildi. Bu sebeple İslâm’a girmeleri teşvik edilmeli ve girmedikleri takdirde müslümanlara zarar vermemeleri için kontrol altına alınmaları gerekli idi.
Cizye, İslâm devletindeki gayri müslim tebaanın erkeklerinden alınan baş vergisinin adıdır. İslâm ülkesinde zimmî (gayri müslim vatandaş) statüsünde bulunan kişilerden kendilerine din hürriyeti, can ve mal güvenliği sağlanması karşılığında alınan bu verginin Kur’an’daki dayanağı tefsir etmekte olduğumuz âyettir. Müslümanlardan alınan zekât bir yönüyle vergi niteliğinde olmakla beraber bir yönüyle de dinî vecîbe (ibadet) olduğu için gayri müslimlerden zekât alınmaz; onlar bunun yerine cizye öderler. Âyetin “yenilmiş olarak” diye çevirdiğimiz kısmı için değişik yorumlar yapılmıştır. Bunlar arasında, cizye mükelleflerinin küçük düşürülmesi anlamına ağırlık veren yorumlar bulunmakla beraber, bu anlayış birçok İslâm âlimi tarafından eleştirilmiş, gerek Resûlullah’ın tâlimat ve uygulamalarına gerekse Kur’an’ın ilkelerine aykırı bulunmuştur. Sağlam bilgi kaynakları da, müslümanların bu ilkeler ışığında gayri müslimlere ne kadar insanî muamele yaptıklarını ve onların da müslümanların bu âlicenap tavırlarına karşı duydukları hayranlığı ortaya koyan rivayetlerle doludur. Bazı Ehl-i kitap mensuplarıyla yapılan antlaşmalara Hz. Ömer tarafından onları tahkir edici hükümler konulduğuna dair rivayetler ise zayıf olup, Resûlullah’ın tatbikatı ve Kur’an’ın ilkeleriyle örtüşmemektedir (Derveze, XII, 114-118). İmam Şâfiî âyetin bu kısmını “hükme bağlanma ve boyun eğmeleri” şeklinde anlamıştır (Mehmet Erkal, “Cizye”, DİA, VIII, 42). Kanaatimizce âyetin bağlamı ve Hz. Peygamber’in tatbikatı ışığında Şâfiî’nin bu görüşünü şöyle açmak mümkündür: Burada vergi veren tarafın uyrukluğu kabul etmesi gerektiğine işaret edilmektedir. Bir başka anlatımla, bu vergiyi ödeyen gayri müslimler kendilerini sadece düşmana karşı koruma antlaşması yapmış, bir anlamda müslümanları parayla istihdam eden taraf gibi görmeyecekler, aynı ülkeyi paylaşıyorlarsa karşılıklı hak ve vecîbe anlayışı içinde ülkenin yasal düzenine tâbi olduklarını kabul edecekler, kendi ülkelerinde müslümanlarla bu antlaşmayı yapmışlarsa, düşmana karşı, onların egemenliğini kabul etmiş olmanın icaplarına uyacaklardır.
Resûlullah’ın ve ilk halifelerin uygulamaları da dikkate alınarak âyet üzerinde yapılan yorumlar neticesinde kimlerden cizye alınabileceği hususunda farklı kanaatlere ulaşılmıştır. Şâfiî hukukçuları sadece yahudi, hıristiyan ve Mecûsîler’den cizye alınabileceği görüşündedirler. Hanefîler Arap olmayan müşriklerden, Mâlikîler ise bütün müşriklerden cizye alınabileceğini, dolayısıyla bunların da zimmî statüsü içinde mütalaa edilebileceğini ileri sürmüşlerdir. Ayrıca Hanefîler’e göre İslâm devleti sınırları içinde bir yıldan fazla ikamet eden gayri müslimlerden de (müste’men) bu verginin tahsil edilmesi gerekir.
Cizyenin miktarı ve yükümlüsünde aranacak şartlar konusunda Resûlullah’tan ve ilk halifelerden nakledilmiş açık ve kesin ifadeler bulunmamaktadır. Hz. Peygamber’in ve halifelerinin miktar konusundaki uygulamaları zamana, alındığı bölgeye ve bireysel veya toplu oluşuna göre farklılık göstermektedir. İslâm hukukçularının da bu miktarları belirlerken kendi bölgelerindeki uygulamalardan etkilendikleri anlaşılmaktadır. Fakat bu hususun yapılan zimmet sözleşmesi sırasında belirlenmiş ve taraflarca kabul edilmiş olması esastır. Bu konuda bir fikir vermek üzere kişi başına cizye miktarıyla ilgili olarak şu bilgilere işaret edilebilir: Hanefîler zengin, orta halli ve fakirler için olmak üzere 48, 24 ve 12 dirhemlik üç ayrı cizye miktarı belirlemişlerdir; Mâlikîler’e göre cizyenin üst sınırı altın paranın hâkim olduğu yerlerde 4 dinar, gümüş paranın hâkim olduğu yerlerde 40 dirhemdir; Şâfiîler’e ve Hanbelîler’deki bir görüşe göre cizyenin en düşük miktarı 1 dinardır. Bu bilgiler ışığında günümüz değerleri ile, kişi başına cizye miktarının en az 4,5, en çok 20 gram civarında altına tekabül ettiği söylenebilir. Gerek Resûlullah döneminde gerekse sonrasında cizye tahsilinin hem nakit hem de aynî olarak yapıldığı görülmektedir. Kadınlar ve çocuklarla hali vakti müsait olmayan din adamları, âmâ, kötürüm ve yaşlılar cizyeden muaf tutulmuşlardır. Tarih ve kamu maliyesiyle ilgili ilk dönem kaynaklarında, Kur’an’daki bu hükmün ruhuna nüfuz etmiş olan halifeler ve müslüman yöneticilerin bunu katı bir biçimde uygulama yönüne gitmeyip gerekli hallerde büyük bir tolerans gösterdiklerine ve gayri müslim tebaa tarafından şükranla ve hatta hayranlıkla karşılanan uygulamalar yaptıklarına dair birçok olay zikredilir. Cizye gelirlerinin nereye harcanacağı Kur’an’da bildirilmemiştir. Bunun sebebi, muhtemelen, âyetin henüz tahakkuk etmemiş bir gelirden söz etmiş olmasıdır. İslâm hukukçuları Resûlullah’ın uygulamalarını göz önüne alarak bunu fey grubuna giren bir vergi olarak kabul etmişlerdir. Buna göre cizye gelirlerinin belirli yerlere harcanması zorunlu değildir; kamu yararına uygun olarak ihtiyaç duyulan alanlara harcanabilir (geniş bilgi için bk. Mehmet Erkal, “Cizye”, DİA, VIII, 42-45; Derveze, XII, 119-123; Osmanlı’da cizye uygulaması için bk. Halil İnalcık, “Cizye”, DİA, VIII, 45-48).( Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 751-755)
Bu ayet ne mi diyor bize… dünya seccade oluncaya kadar savaş diyor…
Bu ayet ne mi diyor bize… Müşrikler cizye vermezlerse savaş diyor…
Bu ayet ne mi diyor bize… Dünyanın bir yerinde haram kalmayıncaya kadar savaş diyor…
Bu ayet ne mi diyor bize… Yahudi ve hiristiyanlar ve münafıklar ahirete inanmazlar…Allaha inanmazlar…İnandıkları Allah sizinkiyle örtüşmez…kilise İsa oğul dedi..havra ırkçı…Münafıklar da Allaha Rakip ürettiler…Esma eksikse o iman eksiktir…şeytan da Tevvab sıfatına hadimliği reddeder…
Bu ayet ne mi diyor bize…ekmel tefsiri reddeden kafirdir…Namaza inanmazsan kafirsin cizyeye mecbursun…
Bu ayet ne mi diyor bize…kilise ve havra ehl-ini cennete gidecek sanma onlardan cizye al değilse dünyan cehennem olur…RAKİP ürettir onlar yani Dolara onda olmayan kıymeti verinceye kadar sizinle savaşırlar…Putlarına secde ettirirler yani Silahları puttur paraları puttur…çünkü doların ve silahlarının olmayan kuvvetine inanmazsanız size zorla secde ettirirler…
Bu ayet ne mi diyor bize…Rakiplilerle cizye verinceye kadar savaşmazsanız onlar sizi RAKİPLERİYLE yani sömürü araçlarıyla yani putlarıyla sömürürler ve dininizi de asimile ederler…
Bu ayet ne mi diyor bize…Rasulüllah ve ashabıyla örtüşün değilse RAKİPLİLER yani müşrikler…Yani sömürü araçlılar sömürü araçlarını ellerinden alıncaya kadar savaşmazsanz sizi sömürürler…Habil Kabilin taşını alamadı ve öldü…
Bu ayet ne mi diyor bize…Müşrik Haramdan kazanandır…engel ol hemen savaş aç …peygamber ve saahabesi ile örtüş…sömürü araçlarını elinden alıncaya kadar haramlarla bağlarını sömürüyle bağlarını kesinceye kadar savaş…cizye almazsan sömürürler seni ve asimile ederler dinini bu sünnetullahı öğretiyor bu ayet…
Bu ayet ne mi diyor bize…dünyayı seccade edinceye kadar svaş değilse o dünya sana mezar olur…O Rakipliler yani müşrikler Rakipli yapıncaya kadar sizin yakanızı bırakmazlar bak hz Muhammedimin de yakasını hiç bırakmadılaar MEKKEDEN sürdüler bedirde Uhutta hendekte yakalarını bırakmadılar taki Mekke fet olundu silkeleyip attı onları sahabe yakasından …ve uzak müşrikler geldi TEBUK te…sonra İran geldi ama sıra ile gelsiler…ben peygamberimi bile bu sünnetimden korumadım…isteseydim Ateşten koruduğum gibi İbrahimi hz Muhammedi de korurdum ama korumadım sizi hiç de korumayacağım işte göreviniz…CİZYE VERİNCEYE KADAR onlarla savaşın eğer mü’minseniz….
Evet…Timur önceliklemedi Rakiplileri…yani Müşrikleri Rakiplileri seçmedi…Osmanlıyla savaştı…Mürşidi kargaydı…çünkü yezit gibi tahtçıydı…Tahtçının ırkçının mürşidi kargadır…şeytandır…Şehadet getirmesi bile sıfırla çarpılacaktır her yezidin…Hz Vahşi gibi hamzaya karşılık 80 rakipli yani müşrik öldürmeyenin şehadetini de sıfırla çarpar Allah Firavunun da şehadetini sıfırla çarptı…İlmini sıfırla çarptı…Ebu cehil de ırkçıydı…Irkçının ilmini ve şeytanın ilmini sıfırla çarpar Allah…matematik diye bir ilim olmazdı Allahın amelleri niyetlere göre sıfırla çarpması olmasaydı…Matematiksel düşün…
RAKİPLİLER Allahın ve senin rakibin olur sen Allahla örtüşünce sen esma ile örtüşünce sen hz Yusufun güzellikleriyle örtüşünce sen hz İbrahimin cesaretiylr örtüşünce sen hz Muhammedin kölelere acizler merhametiyle örtüşünce…Ya cizye verdireceksin onlara yada onlar senin kanını dinini emip yok ederler…
RAKİPLİLER yani müşrikler…Allahın ve senin rakibin bil cihadın kadar onlardan korunursun dünyanı da ahiretini de kaybetmemek için savaşmayı seç…